İŞKUR 11. Genel Kurulu 26 Kasım 2021 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi. Sendikamız Genel Başkanı İsa Gök ve sendika yönetim kurulumuz da İŞKUR’un 11. Genel Kuruluna katılım sağladı. Ayrıca Genel Başkanımız İsa Gök İŞKUR yönetim kurulu üyesi olarak Türk-İş Konfederasyonu adına genel kurulda bir konuşma gerçekleştirdi. Genel Başkanımız İsa Gök konuşmasında şunlara değindi;
‘‘Hepinizi, TÜRK-İŞ Konfederasyonu, Şeker-İş Sendikası ve şahsım adına en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Öncelikle, ülkemiz çalışan kesimini temsilen yönetim kurulu üyesi olmaktan gurur duyduğum İŞKUR’umuzun 11. Olağan Genel Kurulunun hayırlara vesile olmasını yürekten diliyor, ülkemiz ve çalışma hayatımız için hayırlı sonuçlar getirmesini temenni ediyorum.
Hep birlikte, beraberliğimize, kardeşliğimize ve geleceğimize en ufak bir gölgenin dahi düşmesine müsaade etmeden “tek yürek Türkiye” olarak, cumhuriyetimizin 100. yıl hedeflerine koşar adım ilerliyoruz.
Uluslararası arenada İŞKUR’umuzun 10 uncu Olağan Genel Kurulunu gerçekleştirdiğimiz 2019 yılından bu yana aynı sorunlar devam etmektedir. Daha açık ifade edecek olursam, Suriye ve Irak’taki kaos ortamı, Libya’daki güç mücadeleleri, Somali’deki iç çatışmalar, terör örgütlerinin bu ortamdan nemalanma istekleri, Türkiye’nin her zaman sahip olduğu feraseti elinden bırakmaması gerekliliğini ortaya koymaktadır. İçinde bulunduğumuz iklim, “Türkiye’nin daha güçlü olma ihtiyacı”nı zorunlu kılmaktadır.
Bu bakımdan da siyasileri, akademisyenleri, sivil toplum örgütleri, basını, işvereni, çalışanıyla bizlerin, hep birlikte birleşerek arzuladığımız sonucu elde edeceğimize; istikrar, huzur ve güven ortamının inşasıyla sorunlarımızı bertaraf edeceğimize yürekten inanıyorum.
2019 yıldan bugüne kadar geçen zaman zarfında çok zor bir dönem geçirdik. Bunlar toplumumuz üzerinde çok ciddi ekonomik ve sosyal etkiler yarattı. Ancak, bu konulara girmeden önce, 10 uncu genel kurulda ifade ettiğim ve 21 numara ile genel kurul kararları içine kayda alınan, fakat gerçekleşemeyen çalışanlarla ilgili önerilerime tekrar yer veriyorum.
İlk olarak, işsizlik sigortasından yararlanmada aranılan prim ödeme süresi AB ülkelerindekine benzer şekilde indirilmelidir.
İkinci olarak Fransa örneğinde olduğu gibi yaşlı işsizlerin iş bulma sürelerindeki sıkıntılar göz önünde bulundurulmalı ve yaşlı işsizlere yapılan yardımların süreleri daha uzun tutulmalıdır.
Üçüncü olarak işsizlik sigortası yardım süreleri evrensel orantılılık ilkelerine uygun olarak prim ödeme süreleriyle orantılı hale getirilmelidir.
Son olarak işsizlik sigortası prim miktarları ile işsizlerimize ödenen yardım miktarları arasında mevcut durumdan daha adil ve hakkaniyete uygun bir bağlantı kurulmalıdır.
Yaklaşık 5 yıldır İŞKUR gündeminde olan bu önerilerimin, sancılı geçen pandeminin normalleşme sürecine evrildiği bu dönem içerisinde hayata geçirilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Geçtiğimiz dönem içinde önemli gördüğüm bir diğer gelişme de küresel ölçekteki iklim değişikliği riskidir. Esasen ülkemizde daha 2011 yılında yayımlanan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı da, bu tehlike arz eden durumu ortaya koymaktadır.
• Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklığın gelecek yıllarda 2,5 ila 4 derece arasında artacağı,
• Artışın Ege ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde 4°C’yi, iç bölgelerinde ise 5˚C’yi bulacağı,
• Sonuç olarak Türkiye’nin yakın gelecekte daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağı
bildirilmiştir.
Bunlar kesinlikle ciddiye alınması gereken uyarılardır. Zira daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısı, ülkemizdeki sosyo-ekonomik yaşamı olumsuz yönde etkileyecektir. Bu bağlamda da sel felaketlerinde ve orman yangınlarında artış, tarımsal ürünlerin hem çeşidinde hem de miktarında azalış, sektör gelirlerinde azalış, tarımsal hastalık ve tarım zararlılarında büyük artışlar beklenmektedir.
Bu açıdan değerlendirildiğinde ülkemizin 2016 yılında imzaladığı Paris İklim Anlaşmasının 7 Ekim 2021 tarihinde yürürlüğe giren kanunla onaylanması çok önemli bir adım olmuştur. Böylece Türkiye iklim değişikliği ile mücadele konusunda birçok sorumluluğu gönüllü olarak yüklenecektir.
2019 yılının hemen akabinde insanların var olduğu günden bugüne kadar dünya savaşlarını bile gölgede bırakacak kadar yıkıcı bir felaket olan pandeminin etkilerine karşı ciddi bir mücadele verilmektedir. Daha bir ay önceki 27 Ekim 2021 tarihli bir ILO çalışması bu salgın nedeniyle;
• Küresel toplam tam zamanlı eşdeğer iş kaybının 125 milyona ulaştığını,
• Türkiye gibi orta gelirli ülkelerde mevcut çalışanların çalışma sürelerinin yüzde 7’den fazla düştüğünü,
• Aşılamanın sonuç değiştirici bir etki yarattığını ve tam aşılanan her kişi başına 1 tam zamana eş değer iş ilave edildiğini
• Ciddi maddi destek olmadığı takdirde krizin daha uzun süreli olarak devam edeceğini, ancak milli gelirin her yüzde 3’üne eşdeğer bir teşvikin toplam çalışma sürelerini yüzde 1 dolayında arttırdığını
ortaya koymaktadır.
Yine ILO’nun Mart 2021 sonunda yayınladığı ülkemizle ilgili bir analitik araştırmaya göre:
• Mart 2020’ye kadar tam zamanlı iş kaybı 2,3 milyon olmuştur,
• Bu artışlar Nisan ve Mayıs 2020’de yüzde 10’a yaklaşan iş kayıpları ile zirve yapmıştır.
Bu olumsuz etkileri sadece çalışanlarla sınırlamak son derece yanıltıcıdır. Zira, çalışanların maruz kaldığı bu darbe, suya atılan bir taş gibi dalga dalga yayılarak ekonominin diğer aktörlerini de etkilemiştir. Bu nedenle biz çalışanlardan işverenlere kadar hepimizin üretim temelli çaba ve hedeflerimizi, ortak sağduyumuzu, ulusal mevzuatımızı güçlendirmek zorunluluğumuz var.
Nitekim her zaman ifade ettiğim gibi biz hepimiz aynı geminin yolcularıyız.
Bakın, pandemi ile mücadele de Hükümetimizin aldığı önlemler kapsamında,
• Kısa çalışma ödeneği şartlarının esnetilmesi,
• Nakdi ücret desteği ile normale dönüş teşviki gibi uygulamaların hayata geçirilmesi,
• İşten çıkarma yasağı getirilmesi uygulamaları çalışanlara nefes aldırmıştır.
Ancak, pandemi önlemleri alınırken ve son bulurken sosyal diyalog mekanizmaları işletilmemiştir. Ayrıca alınan önlemler kıdem tazminatı ile yaşlılık aylığı hesaplanmasında kısa süreli çalışma ödeneğinin dikkate alınması hususunu boşlukta bırakmıştır.
Görüşümüze göre çalışanların kısa süreli çalışma ödeneği aldığı süreler de kıdem tazminatı ve yıllık ücretli izne hak kazanma süresi ile sigortalı ödenen prim gün sayısına ilave edilerek dikkate alınmalıdır. Esasen bu yaklaşım Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından da benimsenmiş olup, Yargıtay 2011 tarihli kararında kısa çalışma ödeneği süresinin kıdem tazminatında hesaba katılacağına hükmetmiştir.
Emeklilik konusunda kısa çalışma ödeneğinden yararlananların emeklilik primlerinin yatmaması, çalışanları yaşlarının dolmasına rağmen eksik prim gün sayısı nedeniyle emekli olamaması ile sonuçlanmaktadır. Bu mağduriyetlerin giderilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılıp, kısa çalışma ödeneği sürelerinin borçlanılabilmesine olanak sağlanmalıdır.
Konuşmamı tamamlamadan hemen önce, içinden geçtiğimiz bu zor süreci birlikte göğüslediğimiz İŞKUR camiasına en samimi teşekkürlerimi sunmak ve bu sürecin parçası olmaktan onur duyduğumu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu düşüncelerle Genel kurulda alınacak kararların amaçlara hizmet edeceği inancıyla, ülkemize, işveren ve çalışanlara hayırlar getirmesini temenni ediyor, ekonomik ve sosyal kalkınmanın temeli olan insan onuruna yakışır istihdam politikası çerçevesinde ülkemiz çalışma hayatının layıkıyla işleyeceği bir geleceğe ulaşmasını diliyorum.’’