SENDİKAMIZ TARAFINDAN DÜZENLENEN
"DEĞİŞEN DÜNYA DÖNÜŞEN ÇALIŞAN " ÇALIŞTAYI KONYA’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ.
"DEĞİŞEN DÜNYA DÖNÜŞEN ÇALIŞAN " ÇALIŞTAYI KONYA’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ.
Sendikamız tarafından düzenlenen "Değişen Dünya Dönüşen Çalışan" Çalıştayı Konya’da Gerçekleştirildi.
Çalıştayın açılışına Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Vedat Bilgin, TÜRKİŞ Konfederasyonu Genel Başkanı Ergün Atalay, Avrupa Gıda, Tarım ve Turizm İşçileri Federasyonu (EFFAT) Genel Sekreteri Kristjan Bragason, Konya Ticaret Odası Başkanı Selçuk Öztürk, Pankobirlik Genel Başkanı Ramazan Erkoyuncu katıldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Vedat Bilgin, günümüzün kapitalistlerinin, "Esnek çalışılsın ama sosyal güvencesiz olsun." düşüncesinde olduğunu ancak bunun kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirterek, "Yeni bir çalışma ilişkisi, yeni bir çalışma biçimine dünyanın ihtiyacı var." dedi.
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı, AK Parti Ankara Milletvekili Vedat Bilgin, çalıştayın açılışında, insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarının yaşandığı 21. yüzyılda İsrail vahşetine olan sessizlik ve vurdumduymazlığın üzücü olduğunu belirtti.
Dünyanın çok hızlı değiştiğini anlatan Bilgin, "Bilgi, teknoloji, insanlar arasındaki ilişki ve toplumsal yapılar değişiyor. Vahşi kapitalizm, insanla tabiat arasındaki ilişkiyi değiştirdiği için bugün yeşil dönüşümden, doğal gıdadan, doğal beslenmeden ve onun meydana getirdiği sonuçlardan bahsediliyor." şeklinde konuştu.
- "İşçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması lazım"
İşçilerin çalışma süresi problemlerine de değinen Bilgin, şunları kaydetti:
"19. yüzyılın başında işçiler, 'çalışma saatleri 10 saate indirilsin' diye eylem yaptı. Fakat dünyada 8 saate indirilmesi konusunda mutabakata varıldı. 19. yüzyılın çalışma problemlerine dönük bir talebi, 20. yüzyılın başında kabul edip, 21. yüzyılda da bunu sürdürmeye kalkmak, açık bir sömürünün devam etmesini istemektir. İlk yapılacak düzenleme, emeğin, birim sermayeyle, çalışma süreci içerisindeki verimliliğini hesap ederek çalışma zamanlarını hesaplamaktır. Günümüzün kapitalistleri, 'Esnek çalışılsın ama sosyal güvencesiz olsun.' diyor. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil. Dolayısıyla yeni bir çalışma ilişkisi, yeni bir çalışma biçimine dünyanın ihtiyacı var. Demokrasinin olduğu yerde işçiler örgütlü olur. İşçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması lazım. Bu konuda bazı adımlar atıyoruz. Emekçilerin, üretilen milli gelirden hak ettiği payı alan bir Türkiye önü açık, kalkınmasını sağlıklı bir şekilde sürdürebilecek olan bir Türkiye'dir. Bunları başaracağımıza inanıyorum."
Çalıştayda konuşan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, “Rahmetli Şevket Yılmaz Türk-İş Sendikasının Genel Başkanının bir sözü vardı bana 20 sene önce. O tezgâhı sen bırakacaksın, oğlun alacak, oğlun bırakacak, torunun olacak. İşveren tezgâhları benim tezgâhım, benim işim. Gece tezgâhı silip çıkıyor, sabah bismillah diye tezgâha geliyoruz. Bu ülkede bizim dışımızda da sendikalar var. Birinde 200 bin üye var, diğerinde 600 bin üye var.
Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay;
'İşverenin malını kendi malımız gibi korumak durumundayız'
Diyorlar ki, belediyenin sendikası olmaz, patronun sendikası olmaz, hükümetin sendikası olmaz, sendika kimin olur, işçinin olur, memurun olur, bu ülkenin olur. 2023 yılındayız, patron işçiye diyor ki sana bin 250 lira sendika para verecek ilave olarak, şu X sendikasına geç. İşçiler ne yapsın, zaten aldığım para 12 bin lira, bin lira daha aldım diye o da oraya geçiyor.
Sonra 3 gün sonra başına geleceği bilmiyor. İşverenin malını kendi malımız gibi korumak durumundayız, işveren kazanıyorsa bize versin, kazanmıyorsa canını alacak halimiz yok. Canı sağ olsun. Hatta maaşlarını biz verelim, onu yaptığımız zamanlar var. Sözleşmeye uymadığımız zamanlar var ama işveren işçiyi aşağılamasın, işveren sendikayı itibarsızlaştırmasın. Aynı yerde olmak lazım, sebebi ise ülkenin çıkarları” dedi.
Şeker-İş Genel Başkanı İsa Gök de yenidünya düzeni denilen yaşam tarzında, karmaşık, birbiriyle iç içe geçmiş meseleleri eski düşünce sistemi ve iş yapma biçimleriyle çözmenin mümkün görünmediğini bildirdi. Dünyanın karşı karşıya kaldığı sosyal, ekonomik ve çevresel sorunların, tüm sektör işletmelerinin performanslarını doğrudan etkilediğini anlatan Gök, sözlerine şöyle devam etti;
Çalıştayımızı renklendirdiğiniz, onurlandırdığınız için şükranlarımı sunuyor, toplantımızın Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden birisi olan Mevlana Diyarı Konya ilimizde ikamet eden, tüm işçilerimiz, işverenlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve tüm çalışma hayatı için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Öncelikle, sözlerimin hemen başında Gazze’de süren ızdırap verici, tüm insanlığın vicdanını parçalayan, yaşanan insanlık dışı vahşeti en şiddetli biçimde kınıyor, lanetliyorum.
Ayrıca 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle de, saygıdeğer olduğu kadar mesuliyeti de oldukça ağır olan öğretmenlik mesleğine ömrünü adayan, bütün öğretmenlerimize en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Görevi esnasında şehit olmuş öğretmenlerimiz başta olmak üzere ahirete irtihal eden öğretmenlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, tüm öğretmenlerimize sağlıklı, hayırlı, uzun ömürler diliyorum.
Değerli Katılımcılar, “Zaman, Doğru Şeyi Yapmak İçin Hep Doğru Zamandır” sözünün güçlü sesine kulak vermemiz gereken bir dönemdeyiz. Geleceği gerçeklerle şekillendiren bir hikâye anlatmanın tam zamanıdır. Karşımızda belki de insanlık tarihinin en büyük meydan okuması olan iklim krizi var.
Şüphesiz çağımızın en büyük problemi ve çok sayıda tetikleyici unsur, bu krizi günden güne derinleştiriyor; fazlasıyla gündemde tutuyor. Dolayısıyla bir varlık yokluk meselesi haline gelen iklim kriziyle mücadeleyi, aynı zamanda bir insan hakları, demokrasi, katılımcılık ve şeffaflık mücadelesi olarak görmemiz gerekiyor. Bu mücadeleleri birbiriyle bağlamayı başarabilmeliyiz. Aksi halde ne Türkiye’de ne de dünyada bize huzur yok. Demokrasisiz iklim mücadelesi gerçekten mayasız ekmeğe, zahmet etmeden rahmeti beklemeye benziyor.
Aslında iklim değişikliği, karbon ayak izi, yeşil mutabakat gibi literatürümüze yeni giren kavramları daha yeni yeni anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Çözüm için her bir unsura dokunmak ve değişim için her bir bireyin dâhil olduğu kolektif bir çaba gerekiyor. Bu sebeple bizler, yaşadığımız gelişmeler ışığında “özellikle çalışma hayatımızı” ileriki yıllarda olumsuz etkilemesi muhtemel bir takım sorunları değerlendirmek için buradayız. Ve yeni çıkış yolları bulmak üzere bu çalıştayı konunun uzmanları ile yapma gereği duyduk. Şüphesiz yenidünya düzeni denilen yaşam tarzında, isteyin ya da istemeyin, karmaşık, birbiriyle iç içe geçmiş meseleleri eski düşünme sistemi ve iş yapma biçimleriyle çözmemiz artık mümkün görünmemektedir.
Dünyanın karşı karşıya kaldığı sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlar, tüm sektör işletmelerinin performanslarını da doğrudan etkiler hale gelmektedir. Bu sebeple bizlerin, “top hep benim ayağımda olsun” diyen değil, tüm sektörlerde daha fazla sürdürülebilirliğe ve çözüm odaklı liderlere ihtiyacımız bulunmaktadır. Ünlü mucit Edison’u hepiniz bilirsiniz. Yüz yıl önce yaşadığı tecrübe, bugünlerimize uzanan bir ders niteliği taşır. 67 yaşındayken yaşamını vakfettiği, tüm çalışmalarını içeren atölyesi yanar. Edison, oğluna “Anneni çağır, o da bizimle beraber yangını izlesin” der. Ardından sabah, tüm ailesi ile bir araya gelir ve bir yandan kahvaltı edip diğer yandan şöyle söyler: “Şu anda bütün hatalarımız yanmış durumda.”
Edison, ilerlemiş yaşına rağmen azminden hiçbir şey kaybetmez ve yangından üç hafta kadar sonra ses kayıt sisteminin temelini oluşturan “fonograf” cihazını icat eder. Gözlerimiz gerçeklere kör, sağır ve mühürlü olmamalıdır. Bizler, gerçekleri imalat hatası olarak gören değil, artık onlardan ders çıkartan bir düşünce yapısına doğru evrilmeliyiz.
Yerel ve bölgesel aktörler ile işbirliği, özellikle yerele özgü kırılganlıkların yöneltilmesinde kritik bir yer tutmaktadır. Bu durum, yukarıdan-aşağıya bir yaklaşımla Valilik, il özel idareleri, belediyelere bağlı idareler, mahalli idare birlikleri, kalkınma ajansları, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarına kadar tüm kurumları yakinen ilgilendirmektedir.
İklim değişikliğinin çalışma hayatını artan şekilde etkilemesi nedeniyle, çevresel hakları dışlayan bir insan hakları mücadelesi ve söyleminin derdimize deva olması mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle çevresel haklardan feragat etmek de mümkün değildir. Gıdaya erişemeyen, kuraklıkla sınanan, bir afetin yarasını saramadan yeni afetlere maruz kalan ve iklim değişikliği sebebiyle yerinden, yurdundan olan milyonlarca insan var. Ve bu insanların adil bir dünya ve hakkaniyetli bir yaşam taleplerinin korku, tehdit veya sindirme politikalarıyla son bulacağını düşünmek hiç de gerçekçi değildir.
Artık dünyada tüm yaşam alanlarımızda iyiliğin kötülüğe galip geldiği bir iklimi oluşturmak zorunluluğu vardır. Özellikle şeker sektörüne döndüğümüzde, beyaz adil değişimin olması gerekliliğini buradan vurgulamak isterim.
Beyaz adil değişim, ekonomik ve toplumsal adaleti gözeten şeker sektöründe yaşanan çoklu krizler için anahtar politikadır. Dünden bugüne Şeker-İş Sendikası, başta özelleştirme ve yapay tatlandırıcılarla mücadele olmak üzere şeker sanayiyi dolayısıyla ülkemizi sosyal, ekonomik, çevresel, toplumsal, insan sağlığı bakımından etkileyen tüm konuları ajandasının en üst sıralarına yazmıştır.
Hatta özelleştirme ve diğer tüm konularda, Türk şekerinin sadece bugünüyle ilgilenmemiştir. Sektörün geleceği için mağduriyet ve tüm haksız uygulamaların karşısında durmuştur. İşte bugün de yeşil iklim kuşağıyla coğrafyası ve eşsiz iklimi ve her şeyden önemlisi insan potansiyeli ile şeker üretiminin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında ekonomik kaynakların korunması için çalışılmaktadır.
Bu durum özellikle pancar ekimi yapılan bölgelerde ilave ek tedbirlerle üreticinin desteklenmesini ana eksenine alan değişimi başlatan bir süreçtir. Devlette süreklilik esası, insanı yaşatmayla bağlantılıdır. Bu manada Şeyh Edebali’nin asırlar önce söylediği gibi “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” kaidesi ve emeğin en yüce değer olduğu gerçeği idraki ile bir sonraki sahnenin arkasındaki anlamı kavramamız gerekmektedir.
İnsanın olmadığı, insan hayatının, yılsonu bilançolarındaki artı bakiyelerden daha değersiz olduğu bir dünyada, bütün değerler anlamını yitirmektedir. Türk edebiyatının usta ismi Cenap Şahabettin’in dediği gibi "En çok bolluk getiren yağmur, alın teridir..." Türkiye’de çalışan kesim son yıllarda özellikle de işçilerin insanca yaşamanın öncü niteliğindeki sendikalılık kavramı bir takım zorlamalarla adeta sendikasızlaştırma vebasına yakalanmış durumdadır. Konu hak arama mücadelesi olduğunda sarı ve kırmızı kartın ısrarla çalışan kesime gösterildiği, biraz direnildiğinde topun hep taca atıldığı bir sistem gerçeği var önümüzde.
Ve bu sistemin artık dezenfektan odasından geçmesinin zamanı gelmiştir. Oturup yedek kulübesinden izler gibi sorunların çözümünü bekleyen taraf olma anlayışı mutlaka terkedilmelidir. Öte yandan bugünün değişen dünyasında insan odaklı, iş yaşam dengesi odaklı bir çalışma sistemi hâkimdir. Teknoloji ve yeni gelişmelerle “tükenmeye yüz tutmuş kaynakların, zamanın, çalışan refahının, verimliliğin” çok daha değerli hale geldiğini hepimiz görüyoruz. Dahası tüm bunlara aynı anda dokunan önemli bir konu var ki, o da iş hayatımızın temel unsuru çalışma saatleridir.
Değişen dünyamızda artık, 8-6 mesaisinin geride kaldığı bir dönemden geçiyoruz. ABD, İngiltere, İspanya, İrlanda ve daha birçok ülkede yapılan pilot uygulamalarda haftada 5 gün mesai anlayışı terkedilmeye devam ediyor. Mevcut ücretsel haklar korunarak benimsenen 4 günlük çalışma sisteminde; üretkenliğin, moralin ve ekip kültürünün geliştirildiği, dahası yapılan araştırmalarla haftada 4 gün çalışan şirketlerin yüzde 49'unda verimliliğin arttığı, yüzde 46'sında 4 gün çalışmanın hiçbir kayıp yaratmadığı ortaya konmuş durumda. Yapılan birçok bilimsel sonuçta; kaynakların daha rantabl kullanıldığı, insan kaynağının boş yere heba edilmediği, aile ve sosyal yapı da fayda sağlandığı görülüyor. Bunlarla birlikte üretimde birim verimlilikte artış kaydedildiğini gördüğümüzde, ülkemizde ne kadar sığ bir alana sıkıştığımızı tekrar fark ediyoruz.
Bizim insanımız, çalışanımız, işverenimiz neden çağın gerisinde kalarak bu çağın getirilerinden yararlanamasın ya da çalışma hayatımızın geleceğine refah getirecek katkıyı sunamasın? Sözün özü bu soru karşısında, tüm bu bilimsel gerçeklikten de hareketle insan odaklı, rasyonel üretim yapısını baz alan 4 günlük çalışma sisteminin ülkemizde de yerleşmesini sağlamamız gerekiyor.
Çalışan-işveren hep birlikte, çalışma hayatımızın alışa gelmiş, çağın gerisinde kalmış unsurlarını terk ederek, bugünün değişen dünyasında ezici bir başarı elde etmek zorundayız. Buradan değerli işverenlerimize seslenmek istiyorum: Asıl olan, kıymetli olan, hepimizin “ortak bir gelecekte” buluşmasıdır. İşyerlerinde insana yakışır çalışma koşullarını, örgütlenmenin gücünü hazine niteliğinde görenleriniz elbette var, fakat diğer yanda da örgütlenmeyi bir barikat, engel olarak gören büyük bir kesim, uzak durmak için her yolu mubah gören bir anlayış da var.
Artık örgütlenme sorununa, deri altının son yağ tabakaları da eriyip iskelete dönüşmeden, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın öncülüğünde işveren ve sendikalar arasında ortak bir konsensüs sağlanarak bir an önce kalıcı çözümler getirilmelidir. Elbette kaybedilen kaybedilmiştir, nesli tükenenler geri gelmeyecektir. Ancak, zorluklara ne kadar saplanmış olursak olalım mücadelelerde her zaman bir umut kapısı vardır. Son sözle; Artık kızılı da, yeşili de, siyahı da birleştiren konuşmalara, fikirlere ihtiyaç var. Farklılıkları kazanç olarak gören bir anlayışa ihtiyaç var. ’’ diye konuştu.
Avrupa Gıda, Tarım ve Turizm İşçileri Federasyonu (EFFAT) Genel Sekreteri Kristjan Bragason ise iklim değişikliğinin sonuçlarının, gelecek nesiller için ciddi ve potansiyel olarak yıkıcı olduğuna dair kanıtların açık olduğunu aktardı.
EFFAT olarak, Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın ve çevreyle ilgili hedeflerinin takip edilmesi, güçlü bir kararlılık gösterilmesi gerektiğine inandıklarını dile getiren Bragason, "Yeşil ve dijital dönüşümü serbest piyasaya ve şirketlere bırakamayız. Sendikalar, siyasi liderler ve kamuoyunun güçlü taahhüdüne ihtiyacımız var." ifadelerini kullandı.
Çalıştayda, Prof. Dr. Aydın Başbuğ ‘Türkiye’de Sendikasızlaştırma Sorunu’, Av. Gökhan Candoğan ‘İklim Değişikliğinin Türk Çalışma Hayatına Etkisi’, Prof. Dr. Haluk Hadi Sümer ‘4857 Sayılı İş Kanunu Değişen Türkiye’nin İhtiyaçlarını Karşılıyor Mu?’, Prof. Dr. Selahattin Toğay ‘Ücret-Enflasyon İlişkisi Üzerine Değerlendirme’ konuları ele alındı.
Çalıştayın açılışına Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Vedat Bilgin, TÜRKİŞ Konfederasyonu Genel Başkanı Ergün Atalay, Avrupa Gıda, Tarım ve Turizm İşçileri Federasyonu (EFFAT) Genel Sekreteri Kristjan Bragason, Konya Ticaret Odası Başkanı Selçuk Öztürk, Pankobirlik Genel Başkanı Ramazan Erkoyuncu katıldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Vedat Bilgin, günümüzün kapitalistlerinin, "Esnek çalışılsın ama sosyal güvencesiz olsun." düşüncesinde olduğunu ancak bunun kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirterek, "Yeni bir çalışma ilişkisi, yeni bir çalışma biçimine dünyanın ihtiyacı var." dedi.
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı, AK Parti Ankara Milletvekili Vedat Bilgin, çalıştayın açılışında, insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarının yaşandığı 21. yüzyılda İsrail vahşetine olan sessizlik ve vurdumduymazlığın üzücü olduğunu belirtti.
Dünyanın çok hızlı değiştiğini anlatan Bilgin, "Bilgi, teknoloji, insanlar arasındaki ilişki ve toplumsal yapılar değişiyor. Vahşi kapitalizm, insanla tabiat arasındaki ilişkiyi değiştirdiği için bugün yeşil dönüşümden, doğal gıdadan, doğal beslenmeden ve onun meydana getirdiği sonuçlardan bahsediliyor." şeklinde konuştu.
- "İşçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması lazım"
İşçilerin çalışma süresi problemlerine de değinen Bilgin, şunları kaydetti:
"19. yüzyılın başında işçiler, 'çalışma saatleri 10 saate indirilsin' diye eylem yaptı. Fakat dünyada 8 saate indirilmesi konusunda mutabakata varıldı. 19. yüzyılın çalışma problemlerine dönük bir talebi, 20. yüzyılın başında kabul edip, 21. yüzyılda da bunu sürdürmeye kalkmak, açık bir sömürünün devam etmesini istemektir. İlk yapılacak düzenleme, emeğin, birim sermayeyle, çalışma süreci içerisindeki verimliliğini hesap ederek çalışma zamanlarını hesaplamaktır. Günümüzün kapitalistleri, 'Esnek çalışılsın ama sosyal güvencesiz olsun.' diyor. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil. Dolayısıyla yeni bir çalışma ilişkisi, yeni bir çalışma biçimine dünyanın ihtiyacı var. Demokrasinin olduğu yerde işçiler örgütlü olur. İşçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması lazım. Bu konuda bazı adımlar atıyoruz. Emekçilerin, üretilen milli gelirden hak ettiği payı alan bir Türkiye önü açık, kalkınmasını sağlıklı bir şekilde sürdürebilecek olan bir Türkiye'dir. Bunları başaracağımıza inanıyorum."
Çalıştayda konuşan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, “Rahmetli Şevket Yılmaz Türk-İş Sendikasının Genel Başkanının bir sözü vardı bana 20 sene önce. O tezgâhı sen bırakacaksın, oğlun alacak, oğlun bırakacak, torunun olacak. İşveren tezgâhları benim tezgâhım, benim işim. Gece tezgâhı silip çıkıyor, sabah bismillah diye tezgâha geliyoruz. Bu ülkede bizim dışımızda da sendikalar var. Birinde 200 bin üye var, diğerinde 600 bin üye var.
Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay;
'İşverenin malını kendi malımız gibi korumak durumundayız'
Diyorlar ki, belediyenin sendikası olmaz, patronun sendikası olmaz, hükümetin sendikası olmaz, sendika kimin olur, işçinin olur, memurun olur, bu ülkenin olur. 2023 yılındayız, patron işçiye diyor ki sana bin 250 lira sendika para verecek ilave olarak, şu X sendikasına geç. İşçiler ne yapsın, zaten aldığım para 12 bin lira, bin lira daha aldım diye o da oraya geçiyor.
Sonra 3 gün sonra başına geleceği bilmiyor. İşverenin malını kendi malımız gibi korumak durumundayız, işveren kazanıyorsa bize versin, kazanmıyorsa canını alacak halimiz yok. Canı sağ olsun. Hatta maaşlarını biz verelim, onu yaptığımız zamanlar var. Sözleşmeye uymadığımız zamanlar var ama işveren işçiyi aşağılamasın, işveren sendikayı itibarsızlaştırmasın. Aynı yerde olmak lazım, sebebi ise ülkenin çıkarları” dedi.
Şeker-İş Genel Başkanı İsa Gök de yenidünya düzeni denilen yaşam tarzında, karmaşık, birbiriyle iç içe geçmiş meseleleri eski düşünce sistemi ve iş yapma biçimleriyle çözmenin mümkün görünmediğini bildirdi. Dünyanın karşı karşıya kaldığı sosyal, ekonomik ve çevresel sorunların, tüm sektör işletmelerinin performanslarını doğrudan etkilediğini anlatan Gök, sözlerine şöyle devam etti;
Çalıştayımızı renklendirdiğiniz, onurlandırdığınız için şükranlarımı sunuyor, toplantımızın Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden birisi olan Mevlana Diyarı Konya ilimizde ikamet eden, tüm işçilerimiz, işverenlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve tüm çalışma hayatı için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Öncelikle, sözlerimin hemen başında Gazze’de süren ızdırap verici, tüm insanlığın vicdanını parçalayan, yaşanan insanlık dışı vahşeti en şiddetli biçimde kınıyor, lanetliyorum.
Ayrıca 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle de, saygıdeğer olduğu kadar mesuliyeti de oldukça ağır olan öğretmenlik mesleğine ömrünü adayan, bütün öğretmenlerimize en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Görevi esnasında şehit olmuş öğretmenlerimiz başta olmak üzere ahirete irtihal eden öğretmenlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, tüm öğretmenlerimize sağlıklı, hayırlı, uzun ömürler diliyorum.
Değerli Katılımcılar, “Zaman, Doğru Şeyi Yapmak İçin Hep Doğru Zamandır” sözünün güçlü sesine kulak vermemiz gereken bir dönemdeyiz. Geleceği gerçeklerle şekillendiren bir hikâye anlatmanın tam zamanıdır. Karşımızda belki de insanlık tarihinin en büyük meydan okuması olan iklim krizi var.
Şüphesiz çağımızın en büyük problemi ve çok sayıda tetikleyici unsur, bu krizi günden güne derinleştiriyor; fazlasıyla gündemde tutuyor. Dolayısıyla bir varlık yokluk meselesi haline gelen iklim kriziyle mücadeleyi, aynı zamanda bir insan hakları, demokrasi, katılımcılık ve şeffaflık mücadelesi olarak görmemiz gerekiyor. Bu mücadeleleri birbiriyle bağlamayı başarabilmeliyiz. Aksi halde ne Türkiye’de ne de dünyada bize huzur yok. Demokrasisiz iklim mücadelesi gerçekten mayasız ekmeğe, zahmet etmeden rahmeti beklemeye benziyor.
Aslında iklim değişikliği, karbon ayak izi, yeşil mutabakat gibi literatürümüze yeni giren kavramları daha yeni yeni anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Çözüm için her bir unsura dokunmak ve değişim için her bir bireyin dâhil olduğu kolektif bir çaba gerekiyor. Bu sebeple bizler, yaşadığımız gelişmeler ışığında “özellikle çalışma hayatımızı” ileriki yıllarda olumsuz etkilemesi muhtemel bir takım sorunları değerlendirmek için buradayız. Ve yeni çıkış yolları bulmak üzere bu çalıştayı konunun uzmanları ile yapma gereği duyduk. Şüphesiz yenidünya düzeni denilen yaşam tarzında, isteyin ya da istemeyin, karmaşık, birbiriyle iç içe geçmiş meseleleri eski düşünme sistemi ve iş yapma biçimleriyle çözmemiz artık mümkün görünmemektedir.
Dünyanın karşı karşıya kaldığı sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlar, tüm sektör işletmelerinin performanslarını da doğrudan etkiler hale gelmektedir. Bu sebeple bizlerin, “top hep benim ayağımda olsun” diyen değil, tüm sektörlerde daha fazla sürdürülebilirliğe ve çözüm odaklı liderlere ihtiyacımız bulunmaktadır. Ünlü mucit Edison’u hepiniz bilirsiniz. Yüz yıl önce yaşadığı tecrübe, bugünlerimize uzanan bir ders niteliği taşır. 67 yaşındayken yaşamını vakfettiği, tüm çalışmalarını içeren atölyesi yanar. Edison, oğluna “Anneni çağır, o da bizimle beraber yangını izlesin” der. Ardından sabah, tüm ailesi ile bir araya gelir ve bir yandan kahvaltı edip diğer yandan şöyle söyler: “Şu anda bütün hatalarımız yanmış durumda.”
Edison, ilerlemiş yaşına rağmen azminden hiçbir şey kaybetmez ve yangından üç hafta kadar sonra ses kayıt sisteminin temelini oluşturan “fonograf” cihazını icat eder. Gözlerimiz gerçeklere kör, sağır ve mühürlü olmamalıdır. Bizler, gerçekleri imalat hatası olarak gören değil, artık onlardan ders çıkartan bir düşünce yapısına doğru evrilmeliyiz.
Yerel ve bölgesel aktörler ile işbirliği, özellikle yerele özgü kırılganlıkların yöneltilmesinde kritik bir yer tutmaktadır. Bu durum, yukarıdan-aşağıya bir yaklaşımla Valilik, il özel idareleri, belediyelere bağlı idareler, mahalli idare birlikleri, kalkınma ajansları, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarına kadar tüm kurumları yakinen ilgilendirmektedir.
İklim değişikliğinin çalışma hayatını artan şekilde etkilemesi nedeniyle, çevresel hakları dışlayan bir insan hakları mücadelesi ve söyleminin derdimize deva olması mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle çevresel haklardan feragat etmek de mümkün değildir. Gıdaya erişemeyen, kuraklıkla sınanan, bir afetin yarasını saramadan yeni afetlere maruz kalan ve iklim değişikliği sebebiyle yerinden, yurdundan olan milyonlarca insan var. Ve bu insanların adil bir dünya ve hakkaniyetli bir yaşam taleplerinin korku, tehdit veya sindirme politikalarıyla son bulacağını düşünmek hiç de gerçekçi değildir.
Artık dünyada tüm yaşam alanlarımızda iyiliğin kötülüğe galip geldiği bir iklimi oluşturmak zorunluluğu vardır. Özellikle şeker sektörüne döndüğümüzde, beyaz adil değişimin olması gerekliliğini buradan vurgulamak isterim.
Beyaz adil değişim, ekonomik ve toplumsal adaleti gözeten şeker sektöründe yaşanan çoklu krizler için anahtar politikadır. Dünden bugüne Şeker-İş Sendikası, başta özelleştirme ve yapay tatlandırıcılarla mücadele olmak üzere şeker sanayiyi dolayısıyla ülkemizi sosyal, ekonomik, çevresel, toplumsal, insan sağlığı bakımından etkileyen tüm konuları ajandasının en üst sıralarına yazmıştır.
Hatta özelleştirme ve diğer tüm konularda, Türk şekerinin sadece bugünüyle ilgilenmemiştir. Sektörün geleceği için mağduriyet ve tüm haksız uygulamaların karşısında durmuştur. İşte bugün de yeşil iklim kuşağıyla coğrafyası ve eşsiz iklimi ve her şeyden önemlisi insan potansiyeli ile şeker üretiminin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında ekonomik kaynakların korunması için çalışılmaktadır.
Bu durum özellikle pancar ekimi yapılan bölgelerde ilave ek tedbirlerle üreticinin desteklenmesini ana eksenine alan değişimi başlatan bir süreçtir. Devlette süreklilik esası, insanı yaşatmayla bağlantılıdır. Bu manada Şeyh Edebali’nin asırlar önce söylediği gibi “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” kaidesi ve emeğin en yüce değer olduğu gerçeği idraki ile bir sonraki sahnenin arkasındaki anlamı kavramamız gerekmektedir.
İnsanın olmadığı, insan hayatının, yılsonu bilançolarındaki artı bakiyelerden daha değersiz olduğu bir dünyada, bütün değerler anlamını yitirmektedir. Türk edebiyatının usta ismi Cenap Şahabettin’in dediği gibi "En çok bolluk getiren yağmur, alın teridir..." Türkiye’de çalışan kesim son yıllarda özellikle de işçilerin insanca yaşamanın öncü niteliğindeki sendikalılık kavramı bir takım zorlamalarla adeta sendikasızlaştırma vebasına yakalanmış durumdadır. Konu hak arama mücadelesi olduğunda sarı ve kırmızı kartın ısrarla çalışan kesime gösterildiği, biraz direnildiğinde topun hep taca atıldığı bir sistem gerçeği var önümüzde.
Ve bu sistemin artık dezenfektan odasından geçmesinin zamanı gelmiştir. Oturup yedek kulübesinden izler gibi sorunların çözümünü bekleyen taraf olma anlayışı mutlaka terkedilmelidir. Öte yandan bugünün değişen dünyasında insan odaklı, iş yaşam dengesi odaklı bir çalışma sistemi hâkimdir. Teknoloji ve yeni gelişmelerle “tükenmeye yüz tutmuş kaynakların, zamanın, çalışan refahının, verimliliğin” çok daha değerli hale geldiğini hepimiz görüyoruz. Dahası tüm bunlara aynı anda dokunan önemli bir konu var ki, o da iş hayatımızın temel unsuru çalışma saatleridir.
Değişen dünyamızda artık, 8-6 mesaisinin geride kaldığı bir dönemden geçiyoruz. ABD, İngiltere, İspanya, İrlanda ve daha birçok ülkede yapılan pilot uygulamalarda haftada 5 gün mesai anlayışı terkedilmeye devam ediyor. Mevcut ücretsel haklar korunarak benimsenen 4 günlük çalışma sisteminde; üretkenliğin, moralin ve ekip kültürünün geliştirildiği, dahası yapılan araştırmalarla haftada 4 gün çalışan şirketlerin yüzde 49'unda verimliliğin arttığı, yüzde 46'sında 4 gün çalışmanın hiçbir kayıp yaratmadığı ortaya konmuş durumda. Yapılan birçok bilimsel sonuçta; kaynakların daha rantabl kullanıldığı, insan kaynağının boş yere heba edilmediği, aile ve sosyal yapı da fayda sağlandığı görülüyor. Bunlarla birlikte üretimde birim verimlilikte artış kaydedildiğini gördüğümüzde, ülkemizde ne kadar sığ bir alana sıkıştığımızı tekrar fark ediyoruz.
Bizim insanımız, çalışanımız, işverenimiz neden çağın gerisinde kalarak bu çağın getirilerinden yararlanamasın ya da çalışma hayatımızın geleceğine refah getirecek katkıyı sunamasın? Sözün özü bu soru karşısında, tüm bu bilimsel gerçeklikten de hareketle insan odaklı, rasyonel üretim yapısını baz alan 4 günlük çalışma sisteminin ülkemizde de yerleşmesini sağlamamız gerekiyor.
Çalışan-işveren hep birlikte, çalışma hayatımızın alışa gelmiş, çağın gerisinde kalmış unsurlarını terk ederek, bugünün değişen dünyasında ezici bir başarı elde etmek zorundayız. Buradan değerli işverenlerimize seslenmek istiyorum: Asıl olan, kıymetli olan, hepimizin “ortak bir gelecekte” buluşmasıdır. İşyerlerinde insana yakışır çalışma koşullarını, örgütlenmenin gücünü hazine niteliğinde görenleriniz elbette var, fakat diğer yanda da örgütlenmeyi bir barikat, engel olarak gören büyük bir kesim, uzak durmak için her yolu mubah gören bir anlayış da var.
Artık örgütlenme sorununa, deri altının son yağ tabakaları da eriyip iskelete dönüşmeden, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın öncülüğünde işveren ve sendikalar arasında ortak bir konsensüs sağlanarak bir an önce kalıcı çözümler getirilmelidir. Elbette kaybedilen kaybedilmiştir, nesli tükenenler geri gelmeyecektir. Ancak, zorluklara ne kadar saplanmış olursak olalım mücadelelerde her zaman bir umut kapısı vardır. Son sözle; Artık kızılı da, yeşili de, siyahı da birleştiren konuşmalara, fikirlere ihtiyaç var. Farklılıkları kazanç olarak gören bir anlayışa ihtiyaç var. ’’ diye konuştu.
Avrupa Gıda, Tarım ve Turizm İşçileri Federasyonu (EFFAT) Genel Sekreteri Kristjan Bragason ise iklim değişikliğinin sonuçlarının, gelecek nesiller için ciddi ve potansiyel olarak yıkıcı olduğuna dair kanıtların açık olduğunu aktardı.
EFFAT olarak, Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın ve çevreyle ilgili hedeflerinin takip edilmesi, güçlü bir kararlılık gösterilmesi gerektiğine inandıklarını dile getiren Bragason, "Yeşil ve dijital dönüşümü serbest piyasaya ve şirketlere bırakamayız. Sendikalar, siyasi liderler ve kamuoyunun güçlü taahhüdüne ihtiyacımız var." ifadelerini kullandı.
Çalıştayda, Prof. Dr. Aydın Başbuğ ‘Türkiye’de Sendikasızlaştırma Sorunu’, Av. Gökhan Candoğan ‘İklim Değişikliğinin Türk Çalışma Hayatına Etkisi’, Prof. Dr. Haluk Hadi Sümer ‘4857 Sayılı İş Kanunu Değişen Türkiye’nin İhtiyaçlarını Karşılıyor Mu?’, Prof. Dr. Selahattin Toğay ‘Ücret-Enflasyon İlişkisi Üzerine Değerlendirme’ konuları ele alındı.