BASIN BİLDİRİSİ
GERÇEKLERİ SUSTURMAK İSTEYEN GIDA KARTELLERİNİN PARASAL GÜCÜ,
ÇOCUKLARIMIZI KORUMAYA YETMEZ!
GERÇEKLERİ SUSTURMAK İSTEYEN GIDA KARTELLERİNİN PARASAL GÜCÜ,
ÇOCUKLARIMIZI KORUMAYA YETMEZ!
“116 Sayılı Gıda, Tarım Ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Teklifine İlişkin Sendikamız Şeker-İş’in Görüşüdür.”
Aydın Milletvekili Metin Yavuz ve 60 milletvekilinin gıda, tarım ve orman alanında bazı düzenlemeler yapılması için TBMM’ye sundukları Kanun teklifi, kamu sağlığı ve gıda güvenliği ile hak arama özgürlüğü temelinde demokrasiye yönelik ciddi bir tehdit içermektedir.
Teklifin genel gerekçesinde, “bilimsel dayanağı ve kanıtı olmayan, genellikle konu hakkında uzmanlığı bulunmayan kişiler tarafından, tüketicinin tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen, yazılı ve görsel medya üzerinden hızla yayılan, gıdalar hakkında yanıltıcı, yanlı, yanlış yönlendirici bilgiler ile gıdada bilgi kirliliği oluşturan beyanlarla tüketicide endişe, korku, güvensizlik yaratılmakta olduğu görüldüğünden…” denilip, “tüketici haklarının etkin bir şekilde korunabilmesi” amacının arkasına sığınılarak, sınırsız bir kar hırsı ile hareket eden gıda kartel ve lobilerini korumak, güçlendirmek ve kamu sağlığını tehlikeye sokmak dışında bir sonucu olmayacak bir teklif gündeme getirilmiştir.
Teklif’in Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda kabul edilen 29.maddesi ile, 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu”nun 3.maddesine “yanıltıcı yayın” tanımı eklenirken, 24 ve 31 inci maddelerinde yapılan değişikliklerle yanıltıcı yayın yapılması halinde idari para cezası uygulanması esası getirilmektedir. Yanı sıra, aynı zamanda 6112 sayılı RTÜK Kanunu’nda da değişiklik yapılarak, yanıltıcı yayınlar nedeniyle RTÜK yaptırımlarının da uygulanmasının önü açılacaktır.
Teklif ile getirilmek istenen “yanıltıcı yayın” tanımına baktığımızda; “Her türlü yazılı, görsel, işitsel ve dijital iletişim araçları üzerinden yapılan ve ticari reklam kapsamına girmeyen, gıda güvenliği ve güvenilirliği hususunda tüketicide endişe, korku, güvensizlik yaratarak tüketicinin tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen gerçeğe aykırı yayınlar” denildiği görülmektedir. Bu tanımda dikkat çekici olan husus, “gerçeğe aykırı” kavramının kilit olmasıdır. Bir gıda ürünü ile ilgili olarak, kamuoyuna aktarılan bilginin “gerçeğe aykırılığı” nasıl belirlenecektir? Teklifin gerekçesine bakacak olursak; bilimsel dayanak ve kanıt yokluğu mudur, gerçeğe aykırılığı ortaya koyacak?
Daha somut ifade etmek gerekirse; nişasta bazlı şeker (NBŞ) ürünleri tüketiminin oldukça yüksek olduğu, başta ABD olmak üzere batı toplumlarında, NBŞ kullanımının yaygınlaşması ile obezite, alzheimer gibi hastalıkların görülme sıklığı ve oranındaki artışta bir paralellik vardır. Pek çok bilimsel araştırma bu ürünlerin kullanımı ile hastalıklar arasındaki bağı ortaya koymaya çalışmaktadır. Ancak, sigara gibi, kesin bir bağıntı ortaya koyan bir noktaya, henüz gelinmemiştir. Peki, bu durumda, bu teklif yasalaştığında, Sendikamız Şeker İş, kamuoyunu bilgilendirmek işlevi çerçevesinde bir açıklama yayınladığında, “yanıltıcı yayın” mı yapmış olacaktır? Bakanlık Sendika’ya para cezası mı kesecektir? Gıda karteli Cargill, Sendika’ya tazminat davaları mı açacaktır?
Peki, neden, aynı örnekte, sağlığa zararlı olmadığını kanıtlama yükü üreticilere verilmemektedir? Yeni bir gıda ürününün “sağlığa zararlı olmadığını kanıtlanana kadar satılmaması” neden düşünülmemektedir? Kamu sağlığı gereği görevlerini yerine getirmek isteyen bağımsız bilim insanları, sendikalar ve sivil toplum örgütleri, demokrasiye tıkaç işlevi görecek dava tehdidi ile karşı karşıya kalırken, neden bir kaç gıda üreticisi/karteline ürünlerinin sağlık yönünden sıfır riskinin bulunduğunu kanıtlama yükümlülüğü getirilmemektedir?
Gıda kartelleri, aksi ispatlanıncaya kadar, sağlıksız ürünleri topluma satıp kar elde ederken, bunun doğru olmadığını, sırf kamusal yarar için ortaya koymaya çalışanlar neden yasal olarak sıkıntıya düşürülmek istenmektedir? Bu düzenlemenin ardındaki amaç, motivasyon nedir? Bu düzenlemenin olmadığı sürede, bu teklifi gündeme getiren gıda üreticileri ne gibi sıkıntılar yaşamıştır? Hangi gıda ürünü, sağlıklı olduğu halde kamuoyu önünde, yanıltıcı olduğu iddia edilen ürünler nedeniyle zor durumda kalmıştır? Gıda endüstrisinin, bu düzenlemeyi istemesinin ardında somut, gerçekleşmiş, ispatlanabilir bir zarar var mıdır? Hangi durumda böyle bir zarar doğmuştur?
Kamuoyu önünde yapılan tartışmalar sayesinde makul sınırların çok üstünde antibiyotik kullanmaktan vazgeçmek zorunda kalan tavuk endüstrisi mi bu düzenlemeyi istemektedir? Yoksa, gıda etiketlerinde ürünlerinin içerdiği konusunda açık ve şeffaf bir şekilde doğru bilgi vermeye zorlanan gıda üreticileri mi bu teklifin ardındadır?
Vatandaşların, gıda olarak kullandığı ürünün içeriğini bilmek ve seçim yapmak hakkı vardır. Tek yönlü bilgilendirmeler ve kamu sağlığının önüne geçen bir tıkaç girişimi, vatandaşların bu hakkını da elinden alacaktır. Ceza tehdidi ile korkutulan bilimsel çevreler araştırma yapma motivasyonundan yoksun kalacaklardır. Bundan kim kazançlı çıkacaktır? Kamuoyu önünde yürütülecek bir tartışmadan, vatandaşlar ve sivil toplum örgütlerinin ifade özgürlüklerini kullanmasından kim ve neden rahatsız olmaktadır?
Teklifi TBMM gündemine taşıyanlar, bu soruların cevabını vermelidir. Bizim düşüncemiz açık ve nettir. Vatandaşın, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin “şüpheli” yeni gıda ürünleri ile ilgili girişimleri, çabaları olmasaydı eğer, örneğin GDO ile ilgili düzenlemeler söz konusu olmayacak, pek çok sağlıksız ürün gıda raflarında, hiçbir tedbir, önlem olmaksızın, sınırsızca sergilenecekti. İfade özgürlüğü ve seçme hakkı, bugün gıda güvenliğinin sağlanmasında ön önemli hukuki araçlardır.
Bu çerçevede, maddi ve hukuki temeli olmayan, bilgilenme, şeffaflık açısından kabulü mümkün olmayan, ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran, kamu sağlığı ile gıda güvenliğini tehlike altına alan bu teklifin TBMM Genel Kurul tarafından reddedilmesi gerekmektedir.
Keza yine, ilgili kanun teklifi içerisinde yer alan şeker piyasasına ilişkin bazı düzenlemeler de kötüye kullanıma açık, usulsüzlükleri cesaretlendirecek ve adil olmayan uygulamalarla karşılaşılmasını mümkün kılabilecektir. Madde 9 ile Bakanlığa şirket ve fabrikalar dışında piyasada faaliyet gösteren şekeri hammadde olarak kullanan pazarlayan ve ticaretini yapan gerçek ve tüzel kişiler nezdinde de araştırma ve inceleme yapma imkânı getirilmektedir. Denetim alanının genişletilmesi, şirketlerce üretilen ve satışı yapılan şekerin ve “şeker” tanımına giren ürünlerin izinin sürülmesi bakımından olumlu mütalaa edilmektedir. Ancak, şekeri hammadde olarak kullanan, pazarlayan ve ticaretini yapan gerçek ve tüzel kişiler nezdinde inceleme, araştırma ve denetim sonucunda usulsüzlük bulunması halinde ne şekilde cezalandırılacağına dair İdari para cezaları başlıklı 11 inci maddeye açık bir hüküm eklenmesinde yarar görülmektedir. Madde 10 ile yapılan değişiklik ise, Bakanlığa araştırma ve denetim imkânının verilmemesi, istenen bilgilerin eksik, yanlış, yanıltıcı verilmesi durumunda uygulanacak cezaları düzenlemektedir. Kotalı şirketlere uygulanacak ceza miktarı ile kotası olmayan şirketlere, şekeri hammadde olarak kullananlar ve şeker ticareti ile iştigal eden gerçek ve tüzel kişilere uygulanacak ceza miktarı tanımlanmakta, bu iki kesime uygulanacak ceza miktarı farklı esaslara dayandırılmıştır. Böylelikle hukukun “Aynı tür suçlara benzer nitelik ve ağırlıkta cezalar verilmesi” ilkesi gözardı edilmiştir.
10 uncu maddede yer verilen yeni düzenleme idari para cezaları konusunda Bakanlığa takdir yetkisi tanımaktadır. Bakanlık, araştırma ve denetim imkânının verilmemesi, istenen bilgilerin eksik, yanlış, yanıltıcı verilmesi durumunda idari para cezasını verirken, kusurun ağırlığı, ceza uygulanan gerçek ve tüzel kişilerin sektördeki hâkim durumu ve muhtemel zararın ağırlığını dikkate alabilecektir. Bu yetki Bakanlığı baskı altında bırakabilecektir. Bu yetkinin adil kullanılması halinde olumlu olmakla birlikte, kötüye kullanılması durumunda adil olmayan uygulamalara yol açabilecektir.
Sendikamız Şeker-İş, ülkemiz gerçeklerini gözeten çalışmalarını dün olduğu gibi bugün de sürdürmeye devam eden bir sivil toplum kuruluşu olarak ilgili düzenlemelerin TBMM Genel Kurulu tarafından reddedilmesi gerektiği hususunu, talep ve değerlendirmelerini ilgili her kesime ulaştırmaya devam edecektir.
Aydın Milletvekili Metin Yavuz ve 60 milletvekilinin gıda, tarım ve orman alanında bazı düzenlemeler yapılması için TBMM’ye sundukları Kanun teklifi, kamu sağlığı ve gıda güvenliği ile hak arama özgürlüğü temelinde demokrasiye yönelik ciddi bir tehdit içermektedir.
Teklifin genel gerekçesinde, “bilimsel dayanağı ve kanıtı olmayan, genellikle konu hakkında uzmanlığı bulunmayan kişiler tarafından, tüketicinin tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen, yazılı ve görsel medya üzerinden hızla yayılan, gıdalar hakkında yanıltıcı, yanlı, yanlış yönlendirici bilgiler ile gıdada bilgi kirliliği oluşturan beyanlarla tüketicide endişe, korku, güvensizlik yaratılmakta olduğu görüldüğünden…” denilip, “tüketici haklarının etkin bir şekilde korunabilmesi” amacının arkasına sığınılarak, sınırsız bir kar hırsı ile hareket eden gıda kartel ve lobilerini korumak, güçlendirmek ve kamu sağlığını tehlikeye sokmak dışında bir sonucu olmayacak bir teklif gündeme getirilmiştir.
Teklif’in Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda kabul edilen 29.maddesi ile, 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu”nun 3.maddesine “yanıltıcı yayın” tanımı eklenirken, 24 ve 31 inci maddelerinde yapılan değişikliklerle yanıltıcı yayın yapılması halinde idari para cezası uygulanması esası getirilmektedir. Yanı sıra, aynı zamanda 6112 sayılı RTÜK Kanunu’nda da değişiklik yapılarak, yanıltıcı yayınlar nedeniyle RTÜK yaptırımlarının da uygulanmasının önü açılacaktır.
Teklif ile getirilmek istenen “yanıltıcı yayın” tanımına baktığımızda; “Her türlü yazılı, görsel, işitsel ve dijital iletişim araçları üzerinden yapılan ve ticari reklam kapsamına girmeyen, gıda güvenliği ve güvenilirliği hususunda tüketicide endişe, korku, güvensizlik yaratarak tüketicinin tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen gerçeğe aykırı yayınlar” denildiği görülmektedir. Bu tanımda dikkat çekici olan husus, “gerçeğe aykırı” kavramının kilit olmasıdır. Bir gıda ürünü ile ilgili olarak, kamuoyuna aktarılan bilginin “gerçeğe aykırılığı” nasıl belirlenecektir? Teklifin gerekçesine bakacak olursak; bilimsel dayanak ve kanıt yokluğu mudur, gerçeğe aykırılığı ortaya koyacak?
Daha somut ifade etmek gerekirse; nişasta bazlı şeker (NBŞ) ürünleri tüketiminin oldukça yüksek olduğu, başta ABD olmak üzere batı toplumlarında, NBŞ kullanımının yaygınlaşması ile obezite, alzheimer gibi hastalıkların görülme sıklığı ve oranındaki artışta bir paralellik vardır. Pek çok bilimsel araştırma bu ürünlerin kullanımı ile hastalıklar arasındaki bağı ortaya koymaya çalışmaktadır. Ancak, sigara gibi, kesin bir bağıntı ortaya koyan bir noktaya, henüz gelinmemiştir. Peki, bu durumda, bu teklif yasalaştığında, Sendikamız Şeker İş, kamuoyunu bilgilendirmek işlevi çerçevesinde bir açıklama yayınladığında, “yanıltıcı yayın” mı yapmış olacaktır? Bakanlık Sendika’ya para cezası mı kesecektir? Gıda karteli Cargill, Sendika’ya tazminat davaları mı açacaktır?
Peki, neden, aynı örnekte, sağlığa zararlı olmadığını kanıtlama yükü üreticilere verilmemektedir? Yeni bir gıda ürününün “sağlığa zararlı olmadığını kanıtlanana kadar satılmaması” neden düşünülmemektedir? Kamu sağlığı gereği görevlerini yerine getirmek isteyen bağımsız bilim insanları, sendikalar ve sivil toplum örgütleri, demokrasiye tıkaç işlevi görecek dava tehdidi ile karşı karşıya kalırken, neden bir kaç gıda üreticisi/karteline ürünlerinin sağlık yönünden sıfır riskinin bulunduğunu kanıtlama yükümlülüğü getirilmemektedir?
Gıda kartelleri, aksi ispatlanıncaya kadar, sağlıksız ürünleri topluma satıp kar elde ederken, bunun doğru olmadığını, sırf kamusal yarar için ortaya koymaya çalışanlar neden yasal olarak sıkıntıya düşürülmek istenmektedir? Bu düzenlemenin ardındaki amaç, motivasyon nedir? Bu düzenlemenin olmadığı sürede, bu teklifi gündeme getiren gıda üreticileri ne gibi sıkıntılar yaşamıştır? Hangi gıda ürünü, sağlıklı olduğu halde kamuoyu önünde, yanıltıcı olduğu iddia edilen ürünler nedeniyle zor durumda kalmıştır? Gıda endüstrisinin, bu düzenlemeyi istemesinin ardında somut, gerçekleşmiş, ispatlanabilir bir zarar var mıdır? Hangi durumda böyle bir zarar doğmuştur?
Kamuoyu önünde yapılan tartışmalar sayesinde makul sınırların çok üstünde antibiyotik kullanmaktan vazgeçmek zorunda kalan tavuk endüstrisi mi bu düzenlemeyi istemektedir? Yoksa, gıda etiketlerinde ürünlerinin içerdiği konusunda açık ve şeffaf bir şekilde doğru bilgi vermeye zorlanan gıda üreticileri mi bu teklifin ardındadır?
Vatandaşların, gıda olarak kullandığı ürünün içeriğini bilmek ve seçim yapmak hakkı vardır. Tek yönlü bilgilendirmeler ve kamu sağlığının önüne geçen bir tıkaç girişimi, vatandaşların bu hakkını da elinden alacaktır. Ceza tehdidi ile korkutulan bilimsel çevreler araştırma yapma motivasyonundan yoksun kalacaklardır. Bundan kim kazançlı çıkacaktır? Kamuoyu önünde yürütülecek bir tartışmadan, vatandaşlar ve sivil toplum örgütlerinin ifade özgürlüklerini kullanmasından kim ve neden rahatsız olmaktadır?
Teklifi TBMM gündemine taşıyanlar, bu soruların cevabını vermelidir. Bizim düşüncemiz açık ve nettir. Vatandaşın, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin “şüpheli” yeni gıda ürünleri ile ilgili girişimleri, çabaları olmasaydı eğer, örneğin GDO ile ilgili düzenlemeler söz konusu olmayacak, pek çok sağlıksız ürün gıda raflarında, hiçbir tedbir, önlem olmaksızın, sınırsızca sergilenecekti. İfade özgürlüğü ve seçme hakkı, bugün gıda güvenliğinin sağlanmasında ön önemli hukuki araçlardır.
Bu çerçevede, maddi ve hukuki temeli olmayan, bilgilenme, şeffaflık açısından kabulü mümkün olmayan, ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran, kamu sağlığı ile gıda güvenliğini tehlike altına alan bu teklifin TBMM Genel Kurul tarafından reddedilmesi gerekmektedir.
Keza yine, ilgili kanun teklifi içerisinde yer alan şeker piyasasına ilişkin bazı düzenlemeler de kötüye kullanıma açık, usulsüzlükleri cesaretlendirecek ve adil olmayan uygulamalarla karşılaşılmasını mümkün kılabilecektir. Madde 9 ile Bakanlığa şirket ve fabrikalar dışında piyasada faaliyet gösteren şekeri hammadde olarak kullanan pazarlayan ve ticaretini yapan gerçek ve tüzel kişiler nezdinde de araştırma ve inceleme yapma imkânı getirilmektedir. Denetim alanının genişletilmesi, şirketlerce üretilen ve satışı yapılan şekerin ve “şeker” tanımına giren ürünlerin izinin sürülmesi bakımından olumlu mütalaa edilmektedir. Ancak, şekeri hammadde olarak kullanan, pazarlayan ve ticaretini yapan gerçek ve tüzel kişiler nezdinde inceleme, araştırma ve denetim sonucunda usulsüzlük bulunması halinde ne şekilde cezalandırılacağına dair İdari para cezaları başlıklı 11 inci maddeye açık bir hüküm eklenmesinde yarar görülmektedir. Madde 10 ile yapılan değişiklik ise, Bakanlığa araştırma ve denetim imkânının verilmemesi, istenen bilgilerin eksik, yanlış, yanıltıcı verilmesi durumunda uygulanacak cezaları düzenlemektedir. Kotalı şirketlere uygulanacak ceza miktarı ile kotası olmayan şirketlere, şekeri hammadde olarak kullananlar ve şeker ticareti ile iştigal eden gerçek ve tüzel kişilere uygulanacak ceza miktarı tanımlanmakta, bu iki kesime uygulanacak ceza miktarı farklı esaslara dayandırılmıştır. Böylelikle hukukun “Aynı tür suçlara benzer nitelik ve ağırlıkta cezalar verilmesi” ilkesi gözardı edilmiştir.
10 uncu maddede yer verilen yeni düzenleme idari para cezaları konusunda Bakanlığa takdir yetkisi tanımaktadır. Bakanlık, araştırma ve denetim imkânının verilmemesi, istenen bilgilerin eksik, yanlış, yanıltıcı verilmesi durumunda idari para cezasını verirken, kusurun ağırlığı, ceza uygulanan gerçek ve tüzel kişilerin sektördeki hâkim durumu ve muhtemel zararın ağırlığını dikkate alabilecektir. Bu yetki Bakanlığı baskı altında bırakabilecektir. Bu yetkinin adil kullanılması halinde olumlu olmakla birlikte, kötüye kullanılması durumunda adil olmayan uygulamalara yol açabilecektir.
Sendikamız Şeker-İş, ülkemiz gerçeklerini gözeten çalışmalarını dün olduğu gibi bugün de sürdürmeye devam eden bir sivil toplum kuruluşu olarak ilgili düzenlemelerin TBMM Genel Kurulu tarafından reddedilmesi gerektiği hususunu, talep ve değerlendirmelerini ilgili her kesime ulaştırmaya devam edecektir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı
İsa GÖK
Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı
İsa GÖK