İKLİM KANUNU TARTIŞMALARINDA SAĞDUYUYU VE GERÇEKLERİ SAVUNUYORUZ

İKLİM KANUNU TARTIŞMALARINDA SAĞDUYUYU VE GERÇEKLERİ SAVUNUYORUZ

Son günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde gündeme gelen İklim Kanunu Teklifi üzerinden yürütülen tartışmaları dikkatle ve kaygıyla takip ediyoruz.

da iş kolunda örgütlü bir emek örgütü olarak, bizler yalnızca fabrikalarda alın teri döken emekçilerin değil, aynı zamanda bu ülkenin havasına, suyuna, toprağına sahip çıkanların da sesi olmaya çalışıyoruz.

Çünkü biz, bu ülkenin şeker fabrikalarının özelleştirilmesine karşı direnmiş, nişasta bazlı şeker (NBŞ) ve yapay tatlandırıcılara karşı halk sağlığını savunmuş, adil geçiş gibi karmaşık kavramları sahici içeriklerle tartışmak üzere bilimsel toplantılar düzenlemiş, yenilenebilir enerji yatırımıyla tüketimini güneşten karşılamış, toplumsal sendikacılığın en değerli örneklerinden biri olmayı görev bilmiş bir kurumuz.

İşte bu nedenle; iklim değişikliğiyle mücadele etmek için bir yasal çerçeveye duyulan ihtiyacın artık ertelenemez olduğu kanaatindeyiz ve kamuoyunda İklim Kanunu hakkında dolaşan asılsız iddialar karşısında susmak, bizim için bir seçenek değildir.

TOPRAĞIN FERYADİNİ DUYUN: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ TARIMSAL ÜRETİMİ YOK EDİYOR

İklim değişikliği artık kâğıt üzerinde yazılı bir laf değil, tarlasında emeğini veren çiftçinin, fabrikada alın teri döken işçinin, sofrasında ekmeğin kıymetini bilen herkesin yaşadığı acı bir gerçektir.

Geçtiğimiz aylarda Türkiye'nin dört bir yanında yaşanan büyük zirai don felaketi, binlerce çiftçimizin emeğini bir gecede yok etti. Çiçeğe durmuş ağaçlar, filizlenmiş ekinler, göz göre göre kavruluverdi. Yüzlerce aile ekmeğinden oldu.

Bunun üzerine Meclis'te tüm partilerin ortak kararıyla araştırma komisyonu kurulması kararlaştırıldı. İktidarıyla muhalefetiyle herkes kürsüye çıkıp don felaketinin acılarını, zararlarını dile getirdi.

Ancak burada bir çelişkiyle karşı karşıyayız: Aynı iklimsel felaketin sonuçlarını Meclis kürsüsünden dile getiren bazı milletvekilleri, bu felaketin temel nedenine yönelik çözüm sunan İklim Kanunu'na karşı çıkmaktadır.

Bu, aynı anda hem hastalığı kabul edip hem de tedaviyi reddetmek değil midir?

İşte TBMM tutanaklarında gördüğümüz çelişki: "Peki, bu don felaketinin sonuçları, bir yandan suyumuzun kirlenmesi, toprağımızın kirlenmesi ve de orman yangınları, bir diğer yandan da bu orman yangınlarıyla beraber kimyasalların toprağımıza ve de sularımıza karışmasının sonuçları..." diye başlayan, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini sayan siyasetçilerin, ardından İklim Kanunu'na karşı çıkması, bizleri kaygılandırmaktadır.

KİFAYETSİZ KORKULARA DEĞİL, TOPRAĞIN BİLGELİĞİNE KULAK VERİN

İklim Kanunu hakkında kamuoyunda dolaşan birçok iddia asılsız ve yönlendiricidir. Gıda işçileri ve üreticileri olarak bu yalanlara sessiz kalamayız:

  • "Kanunla kurban bayramı yasaklanacak."
  • "Organik tarım bitecek, yapay gıda dayatılacak."
  • "Köylerde hayvan besiciliği sona erecek."
  • "Seyahat etmek ve tüketim yapmak imkânsız hale gelecek."

Tüm bu iddialar, birer koca yalandır; halkımızı aldatmak, kafaları karıştırmak için ortaya atılmış dayanaksız söylemlerdir! Biz, şekerin hamurunu yoğuran, pancarın toprağını bilen, fabrikanın ateşini harlayan insanlar olarak, kanun teklifini satır satır inceledik.

İşte gerçek: Kanun, vatandaşın gündelik hayatına, ibadetine ya da tüketim alışkanlıklarına müdahale etmek için değil, büyük ölçekli sanayi ve enerji sektörlerine yönelik düzenlemeler içermektedir. Amaç, emisyonları azaltmak, afetlere hazırlık sağlamak ve tarımsal üretimi iklim risklerine karşı korumaktır.

Avrupa Birliği'nin "Yeşil Mutabakat" kapsamında yürürlüğe koyduğu Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (CBAM) önümüzdeki yıl itibariyle tam anlamıyla uygulanmaya başlayacak. Bu düzenleme, karbon vergisi ödemeyen ve emisyon azaltımına gitmeyen Türk ürünlerine ek vergi getirecek. Bu da demektir ki, İklim Kanunu olmazsa, emekçimizin, çiftçimizin ürettiği ürünler Avrupa pazarlarında rekabet gücünü yitirecek.

BU KANUN GÖKTEN ZEMBILLE İNMEDİ, VAKTİ ÇOKTAN GELMİŞ BİR ZORUNLULUKTUR

Bu yasa "bir gecede tepeden inme gelen bir dayatma" değildir. Biz her sabah fabrikalara, tarlalara giden insanlar olarak, köylünün, işçinin, emekçinin sözüne kulak verdik. Yıllardır her toplantıda, her şûrada, her kurultayda dile getirilen bir yaranın merhemidir bu kanun. Bakın:

  • 2021 yılında TBMM'de sağıyla soluyla, iktidarıyla muhalefetiyle tüm partilerin el birliğiyle kurdukları İklim Değişikliği Komisyonu, bu kanun için "olmazsa olmaz" dedi.
  • 2022'de binlerce insanın, uzmanın, bilim insanının katıldığı 1. İklim Şûrası'nda köylüsünden profesörüne herkes, "Bu işin yasal çerçevesi şart" dedi.
  • Raporlarda, tutanaklarda, şûra kararlarında hep aynı şeyler yazıyor: "Toprağımızı koruyalım, suyumuzu koruyalım, çiftçimize destek verelim, temiz enerjiyi yaygınlaştıralım."

Şimdi birileri kalkmış, "Efendim, bu kanun acele getirildi" diyor. Hangi acele? Üç yıldır konuştuğumuz, tartıştığımız, olgunlaştırdığımız bir konu bu. Asıl acele eden, günü kurtarmak için doğayı, toprağı, suyu feda edenlerdir. Onlara inat biz diyoruz ki: "Bu kanun gecikmiştir bile!"

TARLALARIMIZI ÖLDÜREN KİRLİ ENERJİDİR, KANUN DEĞİL

İklim Kanunu'na karşı çıkanların büyük bölümü daha fazla kömür, daha fazla fosil yakıt ve daha az denetim istiyor. Ama işin aslı şudur ki; tarımı asıl bitiren, termik santrallerin neden olduğu hava, toprak ve su kirliliğidir.

Şu gerçeği hep birlikte görmeliyiz: Bugün Türkiye'de birçok verimli tarım havzasının tam ortasına termik santral kurulmuştur. Ülkemizin pek çok yerinde bu santrallerin dumanı yalnızca doğayı değil, çiftçinin emeğini de zehirlemektedir.

"Küreselcilerin kelepçesi" diyerek de eleştirilen bu Kanun üzerinden "ABD ve Çin'in kömür santrali açma yarışına girdiği" söylemini kullanmak, tamamen yanıltıcıdır. Çin, son beş yılda rüzgâr ve güneş enerjisine dünyada en fazla yatırım yapan ülke konumundadır. Tarımdan geçimini sağlayan bizlere "kömür santralleri açmaya devam edelim" demek, "tarlalarınız, bağlarınız, bahçeleriniz zehirlensin, ekinleriniz kurusun" demektir.

BİLİMSEL VE KÜRESEL GERÇEKLER IŞIĞINDA

İklim Kanunu'nun benzerleri dünyanın pek çok ülkesinde yürürlüktedir:

  • Polonya'da kömür madenciliğiyle geçinen ailelerin evlatlarına yeni iş imkânları yaratmak üzere kurulan "Adil Geçiş Fonu" örneğini göz önüne alalım. Bizde de benzeri bir düzenleme olması, değişen ekonomiye işçilerimizin ve çiftçilerimizin intibakını kolaylaştıracaktır.
  • İspanya'nın güney bölgelerinde, İklim Uyum Yasası sayesinde kurulan kuraklık erken uyarı sistemi, çiftçilerin su kaynaklarını daha akıllıca yönetmesini sağladı ve on binlerce çiftçi ailesinin geçimini güvence altına aldı. Benzer bir sistem, İç Anadolu'da kuraklıkla boğuşan çiftçilerimize umut olabilir.
  • Almanya'nın Ruhr Bölgesi'nde kömür madenlerinin kapatılmasının ardından, "Yeniden Doğa" programıyla eski maden alanları verimli tarım arazilerine dönüştürüldü. Bugün bu bölgede organik tarım yapan çiftçilerin sayısı, madenci sayısını aşmış durumda.

ŞEKER-İŞ'TEN SAĞDUYU ÇAĞRISI

Şeker-İş Sendikası olarak diyoruz ki:

Türkiye'nin hem iklim değişikliği ile mücadele etmek, hem de değişen dünya ekonomisinde rekabetçi kalmak için yasal bir altyapıya ihtiyacı vardır. Bu, lüks değil, bir zorunluluktur.

Kanunun eksikleri yok mudur? Vardır. Adil geçiş hükümleri güçlendirilebilir. Emekçilere ve çiftçilere daha fazla koruma sağlanabilir. Ama doğru yol, kanunu toptan reddetmek değil, onu iyileştirmektir.

Eleştiriler elbette yapılabilir. Ama gerçek dışı iddialarla kanunu tümüyle reddetmek, hem tarıma hem emeğe hem de ülkemizin geleceğine zarar verir.

SON SÖZÜMÜZ

Bizler; toprağın bereketini, suyun saflığını, emeğin onurunu korumak için mücadele eden bir sendikayız.

Gıda sektöründe çalışan emekçiler olarak bizler biliyoruz ki, Toprağı ayakta tutan köklerin gücüdür, İnsanı ayakta tutan emeğinin karşılığıdır. Ve bir milleti ayakta tutan da, geleceğe dair sorumluluk bilincidir.

Bu bilinçle diyoruz ki:

  • Doğal kaynakların korunmasından,
  • Sağlıklı gıdanın devamlılığından,
  • Tarımın sürdürülebilirliğinden,
  • Emekçinin emeğinin karşılık bulmasından yanayız.

İklim Kanunu bu amaçlara hizmet edecek bir adımdır. Eksiklerini birlikte tamamlamak mümkündür. Ama yalanlara teslim olmak, sessiz kalmak, geleceğimize, çocuklarımıza karşı sorumluluklarımızın ihlalidir.

Ve şunu hiç unutmayalım:

"Bu toprakları yeşil bırakmazsak, çocuklarımıza yalnızca susuzluk, açlık ve pişmanlık miras kalacak. İklim için bugün atılmayan her adım, yarının sofralarından çalınan bir lokma ekmektir."

Saygılarımla,

   İsa GÖK

Genel Başkan



Sayaç: 357